• Àâòîðèçàöèÿ


ÄÐÅÂÍÈÅ ÏÎÑËÎÂÈÖÛ È ÏÎÃÎÂÎÐÊÈ ÃÓÍÍÎÂ-ÊÀÐÀ×ÀÅÂÖÅ "ÍÀÐÒ Ñ¨ÇËÅ" 06-07-2009 02:23 ê êîììåíòàðèÿì - ê ïîëíîé âåðñèè - ïîíðàâèëîñü!


975-343-440-5_s  ÎÁËÎÆÊÀ-ÀÒÀѨÇËÅ (90x132, 2Kb)
ÑËÎÂÀÐÜ ÄÐÅÂÍÈÕ È ÇÀÁÛÒÛÕ ÑËÎÂ.


Èç êíèãè ÑÓÔÈËÜÈ ÑÅÌÅÍÎÂÎÉ, "NART BOYU TÜRKLERİ HUN-KARAÇAYLILARIN ATA SÖZLERİ". /"NART SÖZLE"/. Èçä. "KAYNAK", Ñòàìáóë,2007ã.




SOFİ TRAM-SEMEN



Nart Boyu Türkler'i Hun-Karaçaylılar'ın
ATA SÖZLERİ

*
NART SÖZLE

*


***

Eski atasözlerini toplayarak bu kitabın ortaya çıkmasını sağlayan,
Nart Boyu Türkleri Hun-Karaçaylıların Halk Şairi ve Bestecisi, Rusya Devlet Yazarları Birliği
üyesi
Rusya Devleti Edebiyat Ödülü ve Kızıl Bayrak Nişanı sahibi
babam
İSMAİL SEMENOV’un
anısına armağandır

***

TERCÜMANLAR:

ARAS SÖZÜER
DİLEK GÜNÜLTAŞ


***

Yayına hazırlayan
araştırmacı yazar, rejisör
SOFİ TRAM-SEMEN

***

OKUYUCUYA


Atasözleri alfabeye göre sıralanmadan mana gruplar halinde sunulmakta, çünkü içeriğindeki eski deyişler çoğunluk tarafından bilinmemekte bu da harfe göre aranmasını zorlaştırmaktadır.
***
Nart-Karaçaylılar'ın Türkçe'si genellikle direk anlamı haricinde soyut tarzda, gönderme manada, çağrışımlı olarak da anlaşıldığından, atasözleri kelimesi kelimesine çevrildiği haricinde, soyut tarzdaki manası da sunulmakta. Ayrıca ek açıklama şeklinde, bazı eski sözlerde, tanımlayıcı açıklamalar da verilmektedir.
***
Kitaptaki yazılış farkı (iki yumuşak harfin yanyana yazılması) tamamen Hun-Karaçaylı Türkçesinin gereği olarak doğru yazılmuştır. Türkiye Türkçesindeki gramer sistemi Hun-Karaçaylı Türkçesinde anlamı kökten zedelemekte veya sözleri anlamsız kılarak, manayı ortadan kaldırmaktadır. O yüzden, Hun-Karaçaylı dilindeki metnin alışık yazılış tarzda olmadığı için bu belirti Türkiye Türkleri okuyucuların dikkatine saygılarla sunulur.
***

İÇİNDEKİLER

*Önsöz.
*Hun halkının M.Ö. tarihinin kısa tanıtımı.
*Hun-Karaçaylıların kısa tanıtımı.
*Nart boyu Türk’leri Hun-Karaçaylı’ların ESKİ ATASÖZLERİ ("NART SÖZLE").
*Eski Türk sözleri SÖZLÜĞÜ.
*Özyaşamöyküsü.
*Kaynak kişiler.
*Kullanılan edebiyat ve folklor kaynakları.





ÖNSÖZ

Halkın tarihte var olmasını onun manevi ve maddi kültürü sağlar.
Tarih, bazen gerçeklerden uzaklaşa biliyor: taraflı yorumlar, kasıtlı tanımlamalar, yetersiz bilgiden oluşan yanlışlıklar halkları, devletleri, kişileri ve olayları farklı yöne çeke biliyor, ama kültür, kendini dokunulmaz kılan, onun yaratıcısı halk hakkında saptırılamaz, silinemez, saklanamaz bilgi içeren bir eşsiz manevi varlıktır. Her hangi bir halk tarihi bilgilerinden yoksun kalsa bile, kültürü onun geçmişine işaret eder ve ataları hakkındaki bilgilere ulaştırır.
Nice halklar iz bırakmadan silinmiş-gitmiş, ahvatları da başka halk ve kültürler tarafından sindirilmiştir!..
Türk halkı ise şanslı, çünkü kahraman tarihin sahibi, orijinal kültürün yaratıcısı, insanoğlunun medeniyetine vazgeçilmez katkıda bulunan bir halkın kültürel mirascısıdır.
O yüzden, yeni kuşaklara manevi değerlerimizi tanıtmak, yüce atalarımızın anıcına yapılacak en güzel armağandır.
Ne yazık ki, Hun galibiyetini ve kendi yenilgisini içine sindiremeyen bazı Batı düşünürleri, zamanın konjüktür siyasetine bağlı kalarak, asırlarca Türk'ler hakkında asılsız tarihi nitelemede bulunmuş, gerçeğin tam tersine "barbar" kılığı oluşturulmuş, öyle de Hun (Gun) halkının Batı üzerindeki medenileştirici etkisi yeni nesillere saptırılmış, hatta bir korkunç masala dönüştürülerek aktarılmış, oysa Bronz Devri'nde bocalamakta olan geri kalmış Batı'ya Demir Asrı getirerek, medeniyetini hızlandıran Türkler'di.
Hun halkının yüce ve fırtınalı tarihinin "Hunnu" ve "Deşt-i-Kipçak" devletlerinin parçalanmasıyla sonuçlanması, Türk boylarının bir birinden koptuğu, gelişmiş kültürümüzün korunması açısından ağır bir tarihi darbe olmuştu. Kısım kısım dünyaya dağılmış Türk halkları yeniden isimlendirilmiş, "yeni yaratılmış halklar" sınıfına girmiş, sindirilmeye yüz tutmuş durumda yaşamaya devam etmiş ve her tür baskılara rağmen kendi kültürü ve tarihini, "ağızdan ağza" denilen orijinal Türk yöntemiyle, şifahi halk kültürü çerçevesinde, genç kuşaklarına
aktarmaya devam ederek, bugünkülükte gurur duyduğumuz renkli Türk kültürünü bizlere ulaştırmıştı.
Bizim ahlaki borcumuz da bu değerli emaneti korumak, yaşatmak, katkıda bulunmak ve geleceğe götürmekti.
Nart boyu Türkler'i Hun-Karaçaylılar'ın şifahi halk kültüründe, Arap, Fars ve diğer halkların kültürüyle renklendirilmemiş, orijinal, eski Türkler'e ait, bir manevi varlık bulunmaktadır. "NART EFSANELERİ'NDE", "BİYNÖGER'DE","NART MASALLARI'NDA", "NART SÖZLERİ'NDE", "TANRISAL MİTOLOJİSİ'NDE", TARİHİ ŞARKILAR, BİLMECELER, KARAKTER OYUN MASKELERİ'NDE, FELSEFİ FİKRİN DERİNLİĞİ, cOĞRAFİ TABLOLARININ GENİŞLİĞİ, KİŞİLERİN PSİKOLOJİk İNCELENMESİNİN TAMLIĞI; OLAYLARIN TRAJİK, DRAM, KOMEDİ,FARS JANRI çerçevesini bozmadan özgü bir uslupla anlatılması, mistiği ve gerçeği bir araya getirerek, "Aydınlık" ve "Karanlığın" ebediyen varlığını, onların bitmez tükenmez rakipliğini yorumlayan felsefi düşünceleri, şaşırtıcı bir gelişmiş manevi kültür seviyesini göstermekte ve bizlerin gurur kaynağını oluşturmaktadır.
Ata sözleri-kısa cümlelerde kodlanmış tecrübe, gözlem, töre, fikir, eğitim yüklü halka özgü bir söyleyiş, belli bir tarzda milleti temsil eden, uzak geçmişi bugünkülüğe taşıyan, küçük eserlerdir.
Her Ata Sözünün içerdiği mana soyut tarzda algılanır, geniş alana uzanır, birey ve toplumun davranış biçimini, yaşama özelliklerini aydınlatır. O yüzden, şifahi kültürü türlerinin en etkileyicisi olan Ata Sözlerini bilmek, her çağdaş insan için bir tarihsel, töresel ve kültürel kazançtır.
Bu kitapta, Hun halkının milattan önce 2600 yılından, milattan sonra 1 asra kadar uzanan tarihi, kısa tanıtım biçiminde anlatılmakta. Bunun yanı sıra, sözü edilen manevi hazinemizin bir parçası olan "Ata Sözleri"("Nart Sözle"), "Eski Türk Sözleri Sözlüğü" da okuyucuya sunulmaktadır. Ayrıca, Ata Sözlerinin "Yaygın Nasihat'lar Üzerinden Anlatılması" bölümü, bazı eski ata sözlerinin anlaşılmasında kolaylık sağlar.
Türkiye'de ilk defa yayınlanmaktadır.
Türk boylarının bir birini tanıması ve yakınlaşması açısından bu kitabı önemli bulup yardımlarını esirgemeyen Türkiye Türk kardeşlerime, ayrıca değerli tercüman Aras Sözüer’e içten şükranlarımı sunmaktayım.


Yazar
Sofi Tram-Semen






HUN HALKININ KISA TARİHİ TANITIMI


Nart boyu Türkler'i Hun -Karaçaylılar'ını şifahi halk kültüründen söz etmeden önce, ataları Hun'lar hakkında kısa tarihi bilgi vermek, konuya ışık tutar düşüncesiyle, sayın okuyucunun dikkatine "Hun halkının kısa tarihi tanıtımı" sunulmaktadır.Kimdir Hun'lar? Onların ilk vatanı nerede, etnik kökeni kimlerdendir? Hangi halklarla komşu yaşadı, hangi etnik unsurlarını benimsedi? Üç farklı antropolojik özellik taşıyan bu halk, nasıl tarihi arenaya çıktı? Orta Asya'da hayvancılıkla uğraşan bir göçebe halk, nasıl oldu da, dünyanın göz ardı edemediği bir orijinal kültürün ve galibiyetlerle belirlenen, medenileştirici etkisi olan bir tarihin sahibi oldu? Hunlar'ın savaş uzmanlığının, galibiyetinin ve trajik yenilgilerinin nedenleri nedir? Hangi coğrafi alanlarında Hun egemenliği var oldu ve nasıl silinip gitti? Bronz Devrindeki Batı'ya Demir Asrı getiren galiplerin son devleti nasıl yağmalandı ve halkı kısım kısım dünyaya nasıl dağıldı? Hun halkının parçalarından hangi halklar oluştu, hangi etnonimlerle (halk isimleri) tarihe geçti?..
Çin Tarihi Kronolojisi'nde, Sıma Tsyan , Tan Hua ve sonraki dünya tarihi kaynaklarında (Yakinf,Gumilyov
vb.) Hun halkının"HUANÜN" ve "HUNÜY" isimli iki etnik grubun oluşturduğu belirtilmektedir. Bu iki grup,bir halk oluşturduktan sonra ortak isim olarak "DİNLİN" isim geçmektedir.
Çin Sya Hanedanlığı'nın sınır dışı ettiği, isyancı bir kaç Çin asil soyunun da "Dinlin" adlandırılan halka katıldığı Çin Tarihi Kronolojisi kaynaklarında bulunmaktadır. Dolayısıyla, Hun halkının etnik temelini üç unsurun oluşturduğu dünya tarihince kabul edilmiş bir bilgidir.
"HUANÜN"-"HUNÜY"-"SYA ÇİNLİ'LERi" Hunlar'ın ataları sayılmaktadırlar. İsyancı Çin asiliyetinin önderi ŞUN VEY'İ, Çin tarihi kaynaklarınca "Hu Atası" adldndırıldığı da, baştaki bilgileri doğrulamaktadır. (Eskiden Çinliler Hunlara "HU" demiş, Şun Vey'in "HU ATASI" takma adı da ondan kaynaklanmakta.)
Milattan önce 18 asırda Çin halkı, " Sya" Hanedanını yıkarak, tahtına "Şan" hanedanını yerleştirdikten sonra,Çin yazısı oluşturulmuş (M.Ö.1764 yıl) ve düzenli olarak tarihi kronoloji kayıtları başlamıştı. Bu kaynaklarda Çin'in ömürlük düşmanı sayılan Hun'lar hakkında bilgiler de verilmekte.
Hun halkının tanımlaması açısından, o bilgiler, dünya tarihince eşsiz bilgi kaynağı kabul edilmektedirler.
Tarih bu kayıtlara dayanarak, "HU" (HUN) halkının ilk vatanının Çin olduğunu, "sarı başlar ve kara başlar savaşı" " adlandırılan iç savaş
sırasında Gobi çölünün güneyine çekildiğini, orada bir çok etnik grubuna sahip çıkarak halk oluşturduğunu, "Dinlin" adıyla tanımlandığını, sonra M.Ö. 1200 yılında, Gobi çölünün güneyinde "HUNNU" isimli devlet kurduğunu, onu da, Çin Hanedanlık sisteminin aksine, "SOYLAR TOPLUMU" olarak adlandırarak, "Soy Temsilcileri Kurulu" ve "Yaşlılar Kurultayı'yla" yönetmiş olduğunu ortaya koymakta. Bu dünya tarihince kabul edilmektedir.
Orta Asya halklarının daha erişemediği bir ahlak anlayışını içeren, orijinal yönetim sistemini yarattığı da, Hun halkının kendine özgü, temel insanı ahlakına dayalı bir kültürel yönünün varlığının kanıtıdır, çünkü ta o zamanlarda, bugün "demokrasi" denilen toplumsal yaşamının temelini atmıştı.
Hun halkının genetik ataları sayılan "Huanün" ve "Hunüy", milattan önce 2600 yılında Çin'in küzeyinde yaşamış, sonra tarihte "sarı başlar ve kara başlar savaşı " olarak bilinen iç çatışmalar sırasında, Gobi çölünün güneyine çekilerek, çöl topraklarına yerleşmişlerdi. ( "Sarı başlar" -"Huanün" ve "Hunüy", "kara başlar"- Çinli'ler).
Bulunan bilgilere göre, Çin Hanedanlığı o toprakları "DİNLİNLER MEMLEKETİ" adlandırmış ve oraya sokulmaktan çekinmişti.
Öyle de, Çin tarihinde "Dinllin" etnonimi (halk ismi) geçmekte ve "Huanün" ve "Hunüy", "Sya Çinli'ler" üçgeninden "Dinlin" isimli bir halkın oluştuğu, onun da "HU" (Hun) halkının atası olduğu anlaşılmaktadır.
(Dinlin'ler dünya etnoloji ve antropoloji ilimleri tarafından - Avrupa tipi, açık tenli, renkli gözlü, sarı saçlı olarak tanımlanmakta).
Dünyaca ünlü Rus tarihci Gumilyov, uzun araştırmaları sonucu, Dinlin halkının böyle tanıtmakta:"...orta veya uzun boylu, sağlam kudretli beden yapılı, yüz kemikleri dar, açık tenli, yanaklarında pembelikler, sarı saçlı, orta veya büyük burunlu düz veya hafif kamburlu, açık mavi veya koyu mavi gözlü..."
İlk tarihi kaynaklarına dayalı bu niteleme, zamanla değişime uğramış, çünkü Hun etnik unsuruna katılan Sya Çinli'ler, antropoloji tablosunu mutlaka etkilemişti. Dolayısıyla Hun halkının Asya-Avrupa tipi içerikli görünüşü da, anlatılan genetik kaynaşımdan meydana gelmiş sayılmaktadır.
Milattan önce 2000 yıllarında, Merkez Asya diğer yerleşim bölgelerinden gelişiminde üstün de olsa, halkların kendi alanını belirleme, toprak benimseme, kendini kanıtlama isteği üzerine yapılan savaşlara sahne olmuştu. Bu savaşlarda Hun halkının ismi de ön sıralarda geçmekte, kudretli Çin'e denk, hatta üstün bir rakip olduğu da belirtilmektedir.
Hun tarihini incelerken "atın belinde doğmuş" denilen ata sözünde gibi, göz önüne öyle bir tablo gelmektedir. Denilen doğrudan uzak değil, çünkü Çin Tarihi Kronolojisi kaynaklarında "gurur", "cesaret", "kibir","uçan atlılar", "gökten gelen atlılar" kelimeleri sık kullanılmakta ve bu halkın "yakalanamaz", "atla bitişik", "esir düşmez","yenilgisiz" , "gökten gelen kibirliler" olarak çağdaş dünyası tarafından tanımlandığı gerçeğini
ortaya koymaktadır. Savaş alanında erişilemez bir güç olan Hunlar öyle tanımlamaların odağı halıne boşa gelmemiş: Çin vatanından kovularak çıkan atalarının çiğnenmiş onuru ve haklarını dünyaya kanıtlarcasına, yeni bir kişilik, askeri uzmanlığı, toplumsal ahlakını oluşturmuş Hunlar, yaşadığı devrinin gelişim sınırlarını aşmış, önderliğiyle de Orta Asya halklarının hakimi ola bilme konumuna gelmişti.

Akıllı Çin Başkanlığının, yenilgilerini her seferinde "Dostluk ve Kardeşlik" anlaşmasıyla örtpas ettiği de, Hun halkının diğer halklar tarafından otorite sahibi olmasıydı. Karşı koyamadığı zaman düşmanından darbe yemektense, güç kazanıncaya kadar "kardeşlik" le idare etmek zorunda kalıyordu.
O dönemlerdeki savaşlar tamamıyla çıkar uğruna yapılmış, menfaat halklar arasındaki ilişkilerin temeli olmuştu. Ama burada, Hun savaşlarıyla ilgili, ilginç bir rastlantıyı dile getirilmesi gerekmekte.
Hu'lar fethettikleri halkları sindirmeye, kendi kimliğinden etmeye kalkışmamış. "Halkların yöneticisi", "şan sahibi" olma uğruna savaşan Hun'lar, yenilen halklardan yıllık vergi anlaşmasıyla yetinmiş, sonra serbest bırakmıştı. Tarihi kaynaklarından okunduğu gibi, belki de Çinli'ler gibi "çinlileştirmeye" zorlamadığından, Hunnu devletine çok halkların temsilcileri kaçak akın etmişti. Hunlar'ın bu tutumu, Orta Asya'da kabul edilmiş galibiyet kuralları dışı bir davranış olarak, Çin'in "sindirme" alışkanlığına darbe vurmuş ve çevre halklarının "bağlılık" tercihini Hunnu devletinden yana kılmıştı.
"Atın belinde savaşma hakkı" ve "Halklara egemen olma" Hun halkının düsturu olmuş, bu da tarihi incelerken açıkça göze çarpmaktadır.
Hunlar'ın bu özelliği dünya tarihçileri tarafından çok defa kaleme alınmış ve Hun halkının kültürel ilerlemesinde, ahlaki kurallarının ağır bastığı çok taraflı kanıtlanmaktadır. "Hun Şerefi" adlandırılan manevi kanunu, toplumu üstten alta ahlaki kurallarla kapsamış ve yenilen halklarla davranış biçimini oluşturmuştu.
Gerçekten de, Hun tarihinde yenilen halklara karşı yapılan işkence, aşırı gaddarlık olaylarına, Çin ve Syanbi (Taşinhay) tutumuna nazaran, rastlanmamakta. Ölüm cezasında veya savaş sırasında kurbanın açı çekmemesi "Hun Şerefi" nin vazgeçilmez kuralı olmuş. Bu bilgilere Hunlar'la ilgili tarihi kaynaklarda sık sık rastlanmakta.
Ele geçirilmiş halklar ağır darbe yaşamamış, "hunlaştırılmamış", süzerene bağlılığın kanıtı olarak başına bir Hun gözlemcisi koyulmuş, halk da yıllık vergisini ödeyerek, kendi topraklarında yaşamını sürdürmüştü.
Ola bilir, Türk'lerin farklı etnik, antropolojik özelliklerine sahip oluşu ve çok lehçede konuştuğu bundan ortaya çıkmıştı. Zengin, çok renkli, görsel şifahi kültürü de, bu fikrin bir kanıtı sayıla bilir.
Bilindiği gibi, Hun bayrağı ( beş renkli), Orta Asya'da galibiyetin simgesi haline gelmişti. Çin'in taşlanmış imparatorluk sistemi artık antipati çektiğinden, bağımsızlığından olmuş çevre halkları, Çin'dense Hun'lara
bağlı olmayı çoğunlukla tercih etmiş. Atalarımızın fırtınalı, iç çatışmalarla sarsılan trajik tarihi de, bundan başlamış ola bilir.
Çin Tarihi Kronolojisi'nde ve "Şarkılar Kitabı'nda" - yakalanması mümkün olmayan "uçan atlılar", "gökten gelen atlılar", "gökten gelen kibirliler" gibi tanımlamalar, düşman davranışını içeren tarihi kaynaklarda bile, bu halka karşı olan saygı anlaşılmakta, galip yapısı tablolanmaktadır. Hun ahvatı olan her hangi bir halkın bunları okurken gurur duymaması mümkün değil.
Çin felsefeci Sıma Tsyan'ın, M.Ö. 3-cü yüz yılında olup geçen olayların anlattığı yazısından, Hun askerlerinin ona saldırmayan halka veya askere dokunmadığı anlaşılmaktadır. Bunun doğruluğunu sunulacak tarihi olay da kanıtlamakta.
Hun'ların "dokunmayana dokunma" ahlaki kanunu iyi bilen Çin Baş Komutanı Lİ Mİ, askerlerinin sağ salem kurtulması için, Hun'ları görünce hemen "savunma pozisyonuna geçilmesini" emretmiş, "saldırmak veya Hun'u esir almaya kalkışmak-yasak" ilan etmişti. Vatansever Sıma Tsyan bu milli rezalete ve Li Mi'nin korkaklığına içten isyan etmiş ola bilir, bu yüzden belki de, kelimesi kelimesine Li Mi'nin emrini tarihe mal etmişti.
Çin Baş Komutanının emri şuydu: "Hun'lar bizim sınırlarımızı geçerek yağmacılık yapmaya başlayınca, hemen kışlalarınıza geri dönün, savunma pozisyonuna geçerek, kendinizi koruyun. Hun'u esir almaya kalkışana ölüm cezası verilir". İşte tarihi gerçek ve davranış!..
Korkaklık mı yoksa soğuk mantık mı yönetmiş Li Mi'yi, artık bilinemez, o dönemler zamanın ulaşılamaz derinliğinde gömülmüştü. Bir gerçek var, o da, Li Mi o şekilde askerini ayakta tuta bilmiş ve mantıklıca, karşı koyamayacağı güce karşı direnmemişti. Bu yorum Çin soğuk mantıklılığına uyar, çünkü Orta Asya'da Hun'lar ve "uçan atları" erişilemez bir savaş güçtü.
Bu "uçan" kılık o dönemin halklarını öyle bir etki altına almış ki, Hun milli otoritesi, Çin'in perde arkası siyaseti sonucu, Hunnu devletinin iç çatışmalarla parçalanmasına kadar, şanslı Taşinhay'ın dönemine
dek sürmüş ve bir ebedi kurala dönüşmüştü.
Hun'lar hakkında Çin tarihinde karalayıcı tanımlamalar da mevcut, ama nedense "korkunç", "acaib", "kibirliler" gibi ürkütmeler Çin halkını etkilememiş ve "kaçaklar" Hunnu devletine asırlarca akın etmeye devam etmişti. Tarihi kanıtlara göre kaçakcılık öyle bir boyutlara ulaşmış ki, Çin Sarayı "Kaçaklara Ölüm" kanununu yürülüye koymak zorunda kalmış.
"Kaçış" nedenlerini araştıran Çin aydınları, bu olayı -"orada hayat neşelidir" sözlerle ifade etmişlerdi.
Neden çevre halkları Hun'lara sempati duymuş, yerini yurdunu bırakarak, ölüm cezasını da göze alarak, Hunnu'ya sığınmıştı? Hangi unsurlar Hun'lara karşı sempatiyi oluşturuyordu?
Dünya tarihçilerin araştırmaları sonucu, Hunlar'da, o zamanın halklarında daha oluşmamış, bireyin haklarını tanıyan bir toplumsal yapı mevcuttu. Temelli insani ahlakına dayalı, toplumun ve bireyin birbirinden sorumluluğu ağırlık kazanan davranış biçiminin temel özelliği - başta söylenen "Hun Şerefiydi". Şerefsiz olmaktansa ölmek daha da saygın bir seçim olduğu, bu halkın ahlaki gelişimini körüklemiş, milli gururunun temeline konmuş ve insanlar arası davranışlarını etkilemişti.
Nart Boyu Türk'leri Hun-Karaçaylılar'ın Ata Sözleri de söyleneni desteklemekte. "ŞEREF CANDAN ÜSTÜN", "EGİLEN BAŞ KESİLMEZ", "SANA SIĞINAN DÜŞMAN ARTIK DOST", "DÜŞEN KALDIRILIR", "UZATILAN EL ÇEVRİLMEZ" gibi nasihat içeren sözler ve onlara uygun davranış töreleri, Hun halkının önderliğinin sadece savaş alanında bilinmediğini, manevi yönünde de baş olduğunu, o zamanki ilkel gaddarlığına zıdd, insancilliğe dayalı bir milli kimlik oluşturmayı başardığının bir göstergesidir.
Milattan önce 1764 yılında, ŞAN Hanedanı'nın yönetime başlamasıyla, Çin'de uyanış çağına benzer bir dönem gözlenir, yazı işaretleri oluşturulur, kesintisiz tarihi kayıtları sürdürülmeye başlar.
Orta Asya'daki tüm halkların tarihini dolaylı olarak da olsa aydınlatan bu eser, dünya tarihi için paha biçilemez bir gerçek kaynaktır. Bundan dolayı, araştırmacılar o bilgilere dayanarak Hun halkının tarihini aydınlatmaktadırlar.
Çin tarihçileri, "atalarının devletten kovulduğu için intikam almaya doyamayan sarıbaşlar" (Hun'lar) hakkında sitemli yazmakta ve Çin devletini süregen gerginliği içerisinde yaşadığını anlatmakta. Hiç bir yaşananı gözden kaçırmayan, yorumsuz bırakmayan, titiz araştırmacı SIMA TSYAN, Hun devletinin daha kurulmadığı dönemindeki Hun yaşantısını böyle bir sözlerle dile getirmişti:
"HUN'LAR SOYLAR TOPLUMU OLARAK YAŞAMIŞ VE HAYVANCILIKLA UĞRAŞMIŞTI. YAZI-YAZLIKLARA, YAZLIK MEKANLARINA GÖÇ ETMİŞ. MERALAR İSE HER SOYUN KULLANIMINA İÇ ANLAŞMALARA GÖRE VERİLMİŞTİ. KIŞIN, SOYLARIN ÖZEL MALI SAYILAN KIŞLIK MEKANLARINA DÖNMÜŞLERDİ. AT, MANDA, İNEK, EŞEK, DEVE VE KÜÇÜK BAŞLI HAYVAN ÜRETMİŞLERDİ. TÜM ERKEK NÜFÜSÜ YAY İLE SAVAŞAN ASKERDİ. SOYLARIN MERALARI MİRAS OLARAK SOYUN YENİ NESLİNE GEÇE BİLİYORDU. GEÇİM
KAYNAĞI-HAYVANCILIKTI." "...HER ERKEK YAY TUTMUŞ, ATLI OLMUŞ VE HEPSİ DE HARİKA ASKERDİ..."
Bu milattan önceki tanımlama başta söylenenlere ışık tutmakta. Sıma Tsyan'ın yazısında da - Soylar Toplumu, Askercilik, Hayvancılık Hun milli özellikleri olarak ortaya çıkmaktadır.
O tarihi dönemlerde hayvancılıkla tüm halklar uğraşmış, fakat Hun hayvancılık bilgisi o kadar ilerlemiş ki, savaş sahalarında şok etkisini yaşatan "uçan atları", GOBİ çölünü geçe bilecek kadar dayanıklı öküz türünü ürete bilmiş. Finikiyler'in deniz üzerinden Avrupa'yı açtığı gibi, cansız Gobi çölünü geçerek, Hunlar'ın Sibirya'yı açtığı, insanoğlunun medeniyetinde eşsiz bir olaydır ve o da hayvancılık uzmanlığına dayanmakta. Bu iki olayın önemi çok büyük, çünkü geniş coğrafi alanların tanınması, halkların birbiriyle kaynaşması, kültürel alış verişinde bulunması, insanlığın gelişimini hızlandırmıştı.
Gobi çölünün geçiş nedenini dünya tarihi "yeni meralar arama" olarak tanımlamasa da, sadece bu nedene dayanarak yorum yapmak doğru olmaz, çünkü Hun halkı yeni düşünce ve davranışın kaynağı olarak Orta Asya'da bin yıllarca tanınmış ve meraklı, araştırmacı, hatta maceracı bir milli huy sahibi olmuştu. Bulunan tarihi bilgilere dayanarak, Hun'ların
yeniliğe, zorlukları aşmaya, geniş coğrafi alanlarına yayılmaya, halklar sahip çıkmaya yatkın bir yaratılışa sahip oldukları söylene bilir. Dolayısıyla Gobi'nin geçişini (M.Ö.1200 yıl) sadece "mera arayışlarıyla" bağdaştırmak sağlıklı bir yorum sayılamaz.
Kim bilir ki, üstü kapalı arabaları (kibitk) kendine ayaklı ev yapmış, dayanıklı hayvanlar yetiştirmiş ve geçilemez çölü geçmeye cesaret etmiş atalarımızın hedefi neydi?.. Ama sonuç bugün de gurur verici-Sibirya ve Orta Asya halkları bir birini tanımış, bağlanmış, kaynaşmıştı. Hun atalarımızın savaş şanı hiç anılmasa bile, tarihin en önemli sayfasında bulunmak için, Gobi çölünün geçişinin şanı yeterlidir. O olay, erken gelişmiş, üstünlüğünü her alanda göstermiş halkın medenileştirici girişiminin bir kanıtıdır.
Hunlar'ın Orta Asya'daki komşularının çoğu, egemen halka kendi isteğiyle katılmış ve bir etnik unsur olarak sindirilmişti. Ama bu gerçekleşmeden önceki "halklar tablosu", ele alınan Hun halkı tanıtımını tamamlar, dolayısıyla Orta Asya halklarınının M.Ö. 2000 yılından M.S. 1 asra kadar kısaca izlenmesi, konuya daha da açıklık kazandırır.
*"Dİ" halkı, dünyadaki antropolojik bilgilere dayanarak, Avrupa tipi olarak bilinmekte. Hun'ların en yakın komşuları olmuş, sonra onlara katılarak sindirilmiş sayılmaktadır. Tarihte M.S. 4 asra kadar gözlenmektedir.
*"JUN" halkı Asya tipi antropolojik özelliklerin sahibi göçebe halk. "JUNLAR'DAN" "DUNHU" halkının yaratıldığı tarihince kanıtlanmaktadır.
"DUNHU" ise "UHUAN" halkının genetik atası sayılmakta, "UHUAN" da "MOGOL" halk grubunun oluşturucu genetik unsuru olmuştu.
*"BEYDİ ÇİYAŞİ" halkın antropolojik özellikleri tarihe çelişkili geçmiş, beş farklı kabileden oluşmuş bir halk sayılmakta. Çin tarihi kaynaklarına göre bu kabilelerin isimleri-ÇİDİ, FAYU, GU, BAYDİY, ÜÇJUN.
*"JUNDİY" adlı Hun komşularını, bilindiği gibi, dokuz kabile oluşturmuştu. Çin tarihcilerinin verdiği isimlere göre, onlar - DAJUN, LİJUN, SÜENJUN, SİOJUN, MAOJUN, SİYANTZUN, LUŞİ, LÜSÜY, DOGEN halk guplarıdır.
Başta getirilen halklar Hun'ların ilk komşuları olarak bilinmekte, ama Hun zaferleri ve geniş coğrafi alanlarının benimsenmesiyle, ele geçirilen, RAKİPLİKTE VEYA DOSTLUKTA KADERİNİ PAYLAŞAN halkların sayısı da artmıştı.
"LEUFAN", "DUNHU", "BAYAN", "GYANGUN"(hAKAS), "KİPÇAK" (KÜYEŞE), "BEYAZ DİNLİNLER", "KUAN", "TUGUS", "TANGUT", "KIRGIZNOR KIRGIZLARI", "ÜEÇJİ"(ARİYLER), "USUN", "UYGUR", "KÜZEYLİ BOMALAR", "HORA'LAR", "ÖRGÜLÜ TOBA'LAR", "SYANBİY" Hunlar'a katılmış halklar olduğuna dair çok sayıda tarihi kanıt bulunmaktadır. Önce savaş, sonra barış ve birleşme yoluyla ilerleyen Orta Asya halklarının davranışları, Hun temelinde çok etnik grubun birleşmesine imkan vermişti. Bu çeşitli genetik kaynaşımından, Hun halkının özelliğini oluşturan, üç antropolojik tip meydana gelmişti.
Tarihcileri bazıları," Türk halkı diye bir milletin olmadığını", diğerleri- Hunların tamamen tarihten silindiğini ve ahvat bırakmadığını, bir başka düşünürler ise "Türk soyunun farklı halkların topluluğu olup hiç bir genetik ve kültürel yakınlığının olmadığını ", buğünkü "Türk" kökenli halkları "yeni yaratıldığını" ( Rusyanın bazı tarihcileri) ispatlamaya çalışsalar da, yetersiz bilgiden oluşan bu tutum, tarihi gerçeklerinin yanında kanıtsız kalmakta ve boşa çıkmaktadır, çünkü bütün Türk halklarında gözlenen Hun (Türk) kültürü bir birinden yararlanmış, kaynaşmış ve bütünleşmiş kültürün göstergesi ve ahvatlığının kanıtıdır. Ortak maddi manevi kültür halkı tanımlayan, şüphe geçirmeyen, genetik atalarına işaret eden, göz ardı edilemez bir kanıttır. Bugünkü Türk halklarının kültürünü dikkatli araştıran her kimse, onların bir kültürün parçaları olduğunu görür. Eğer Türk'ler, bazı tarihçilerin kanıtlamaya çalıştığı gibi, ayrı ve farklı halklardan oluşmuş olsaydı, Türk boylarının bir birinden kopmuş olduğu halde, bin yıllarca özelliğini koruya bilecek kadar gelişmiş bir kültür ortada olmazdı. Demek, hem coğrafi, hem toplumsal birliktelik uzun zaman devam etmiş ki, öyle bir kültür oluşsun!..
Bunu inkar etmeye çalışanlara karşı ancak üzüntü duyulur.
Hun halkının "atası" sayılan "DİNLİN'LERE" benzer antropolojik özellikler taşıyan halklar olarak - "KİRÇAK'LAR"(KÜYEŞE), "KÜZEYLİ BOMA'LAR","USUN'LAR", "ÜEÇJİ"(ARİYLER), "ENİSEY KIRGIZLARI" BİLİNMEKTE. Bunlardan sadece "Enisey Kırgızları" (Hakaslar) antropoloji özelliklerini değiştirmiş. "Enisey Kırgızlarının" memleketinin yönetimi, Lİ LİN isimli kaçak Çin subayına Hun'lar tarafından hediye edildikten sonra, onunla birlikte gelen Çinli'ler, yeni genetik karışım oluşturarak, bu halkı Asya tipi antropoloji yönüne çekmişlerdi.
Öyle de, bugünkü Hakas halkı, mavi gözlü, açık tenli "ENİSEY KIRGIZLARI'IN" Asya antropolojik özelliklerini benimsemiş ahvatıdır.
Hun'lar da başka halkları etkiledikleri kadar kendileri da onlar tarafından genetik yönlendirme yaşamışlardı. Sadece biraz önce sıralanan halklar Hun etnik unsurunda bulunmakta demek doğru olmaz. Türk'lerin hem Avrupa hem Asya antropolojik tablosunun yansıtması, Orta Asya halklarının genetik partnerliğinin de etkileyici ölçüde olduğunun kanıtıdır.
Çin tarihi bunu şöyle açıklamakta: "Hun'lar Dinlinler'den - yiğitliği, Çinliler'den - işi sona erdire bilme direncini, Moğollar'dan da gücü miras almış". İşte bu genetik karışımı Türkler'in yegoneliğini, eşsiz antropoloji kılığını ve milli kişiliğini oluşturmuştu.
Çin ve Hunnu, düşman da olsa, birbirine saygı duyduğu korunmuş tarihi bilgilerde okunmaktadır. "Şarkılar Kitabında" Hun'lar hakkında böyle bir yazı geçmekte:
"Nasıl da bir çatışma oldu altıncı ayda:
Askeri arabaları muharebeye hazır,
Her birine dört at koşulmuş,
Her zamanda gibi, hazır ve nazır
Hun'lar kibirlice girdiler..."
Övgüyü ölçülü kullanmakta uzman sayılan Çinli'ler bile, Hunlar'ı anlatırken saygılı davranışını kapatamamış. Çinli'ler ve Hun'lar, her ikisi de Çin vatanının evladı, rakiplikte direnmeye devam ederken bile, genetikten gelen bir sesle, bir birine sıcaklık da hissetmişti. Bu duygu sayesinde Çin tarihcileri Hun'lar hakkında o kadar yazmış, yoksa bugünkü tarih, atalarımız hakkındaki bilgilerden tamamen yoksundu. Çünkü "ağızdan ağıza" denilen Türk tarihi "ezberleri", sadece yazılı belgelere dayanan çağdaş tarihe bir şey kanıtlayamazdı.
Bir vatanın iki halkının bir birine yakınlık hissetmesi doğaldı, ama Hun atalarının Çin'den Gobi'ye itildiği gerçeği, bunların davranışlarına düşman duygulu renk katmış ve onları ömürlük rakip konumuna getirmişti.
Çin ana vatanı olan "Huanün" ve "Hunüy", çölde hayata tutuna bilmek için sert mücadele vermiş ki, her zorluğa rağmen başarılı olma arzusu, kodlanmış gibi, uzak ahvatlarına kadar uzana bilmişti. Çinliler'e karşı rakiplik de Hunlar'ın genetik sesi gibi içten ve ölümsüzdü. Bu yüzden yüz yıllarca süren savaşlar, devamlı etki alanları için verilen mücadele, kıskançlık ve perde arkası Çin girişimleri...
Eski Türk Ata sözü der-"Yanmayan aydınlatmaz". Hun'lar da "yandı," yakıldı ve "aydınlattı".
Vatan kayıbı, sürülmüş millet konumuna gelmesi, çöldeki ağır yaşama şartları, yenilmiş gururu bu halkı zorlamış ve çelik gibi Hun milli karakterini yaratmıştı. Yok olacağı sayılan halk, çöl hayatını başarmiş, savaş önderliğini kazanmış, vatanını sahiplenen Çinliler'i defalarca yenilgiye uğratmış ve M.Ö. 1200 yılında "HUNNU" devletini kurarak, Orta Asya'da lider halk konumuna gelmişti.
Hun devletinin toprakları geniş alana uzanmaktaydı. "Tşinsi", "Hebey", "Şansi" içinde olmak üzere, "Şamo", "Küzey Dinlin", "Kırgız", "Hingan", "İç Mogolya","Lobnor"gölü, "Hotan", "Çerçen Darya", "Altındağ"dağı,"Beydi" kabilesi toprakları arasındaki görkemli coğrafi alanlar, artık bir zamanlarda vatansızlık yaşayan Hunlar'ın kudretli devletiydi.
Fakat toprakların genişlemesi yanında yönetme sorunlarını da getirmekteydi. Bilinçli körüklenen ayaklanmalar, kışkırtmalar Orta Asya'daki iki otoritenin (Çin ve Hunnu) davranışlarını etkilemekteydi, şiddetli savaşlar da durmadan sürdürülüyordu. Çin hariç, Dunhu, Syanbi'ler, hatta akraba Usun'lar ve Küzey Dinlin'leri bile Hunlar'ı savaşa sürüklemiş, Çeşi halkı ise, Gyangun'larla (Hakas'lar) birleşerek, savaş alanını genişletmek zorunda bırakarak, Hun devletini yıpratmışlardı.
Çin diplomasisinin halklar arası kurnaz çalışmaları, Hunnu'ya karşı çevre halkların tepkisinin temelini oluşturmuş, bir taraftan da, Syanbi adlandırılan Mogol halk grubunun güçlenmesini sağlamış ve Hun devletini iç savaşlar ve dış baskılarla sarsılmak zorunda bırakmıştı.
Tarihi kaynaklarda, bütün Hun savaşları hakkında bilgi bulunmadığından, tarih sadece Çin bilgilerinden ve gezginlerin kısa tanımlamalarına dayanmaktadır. Ondan dolayı bu yüce halkın yaşadığı olayları tam aydılata bilmek zor, çünkü en etkili bilgi kaynağı Çin Tarihi Kronolojisi, sadece kendisiyle ilgili olayları, kendi menfaatlerini etkileyen savaş ve davranışları kaleme almış. Hun halkıysa, bilindiği gibi, yazı kültürünün olduğu halde, tarihi bilgileri kaydı alanında da Çinliler'den farklı yön bularak, "ağızdan ağza" denilen metodla, tarihi bilgilerini "şarkı-efsanelere" dönüştürmüş, orijinal müzükle birleştirmiş ve şifahi halk kültürü çerçevesinde, yeni nesillerine geçmesini sağlamıştı. Eğer dünya tarihi bu kadar materyalist olup, sadece görülen kanıtlara tutunup durmadan, Türk Halkı Kültüründeki tarihi bilgileri değerlendire bilseydi, bugünkü fantezi ürünlerini andıran tarihi masallar ortadan kalkar, gerçekler aydınlatılırdı.
Ne yazık ki şimdilik böyledir, belki de gelecek, trajik bir kaderin altında mücadele vererek, yaşadığı zamanın sınırlarını aşarak, çağdaş ortamından ileriye giden, yaratıcı Hun halkı hakkında daha da geniş bir bilgi verir.
Sadece Hun-Karaçaylılar'ın kültüründe bulunan "Nart Efsaneleri", "Biynöger", "Tanrıcılık Mitolojisi", "Nart Astrolojisi" (Culduzlama), "Ata Sözleri" (Nart Sözle)," Masallar" (Nart Tauruhla), tarihi olaylarını anlatan şarkı-efsaneler - "Küule", "Ejiü Cırla","Samarkaula", "İnarla", "Çam-Nakırdala", oyuncu maskeleri - "Teke", "Aksakal", "Çüyreton", "Silti Hizen", " Han Balattu", eşsiz toplumsal birlikteliği düzeni, genetik derinliğinde, artık toplumsal kimliğinin bir parçası olan genel insani ahlakı anlayışı, Hun halkının özel yapısını tanımlamak için yeterlidir. Bu eserleri bilerek bu halka hayranlık duymamak elde değil.
En üstün insani değerlerinin hiçe sayıldığı bir tarihi dönemde yaşamakta olup, Hun ahvatlarının arasında da üzücü çöküntüyü gözlemek mümkün.

Ama, ata sözlerinde söylendiği gibi, " Kanın sesi -sel"(Kan tauşu – ırhı). Türk halkı atalarının şanına geç erken sahip çıkacaktır. Bir çok tarihi eserlerinde belirtildiği gibi, M.Ö. 3-cü yüzyıla kadar Hunnu devleti "Soylar Toplumu" olarak hayatını sürdürmüş, "Soy Temsilcileri Kurulu" ve "Yaşlilar Kurultayı'yla" yönetilmişti. Çin tarihi yazılara göre, "Hunlar'ın kullanımda-kolay, net manalı kanunları" varmiş. Diğer devletlerde gibi, esirleri, kaçakları, kötü haber getiren elçileri öldürme gibi kanunları olmamış. Kendisine sığınan düşmana, Hunnu'da veya süzerene bağlı halklar arasında yaşama hakkı tanınmış, gereken destek sağlanmıştı. Bu yüzden diğer devletlerden gelen "kaçaklar" Hunnu devletinde hayat bula bilmiş.
Tarihe geçmiş "Hun Şerefi" kanunu, anne sütüyle sindirilmiş olup, kimsenin ondan vazgeçmek gibi bir kalkışımı olmamış. Sığınan, misafir ve güçsüz düşman Hun halkı tarafından korunmuştu.
Hun kanunları, başta söylendiği gibi, bireyin-toplum önünde, toplumun da bireye karşı sorumluluklarını içerdiğinden, suç işlemiş kişi kendi soyuna rezaletle teslim edilmiş ve cezasını akraba kurultayı vermişti. "Hun Şerefine" leke koyanlar, ölümden beter olan "rezaleti" yaşamış, ailesi, soyu, toplum tarafından da ömrü boyunca tışlanmıştı. Bulunan bilgilere göre, "rezalet" yaşamış her kimse, artık Hun halkının içerisinde utancından yaşayamamış. Ancak savaş alanındaki cesaret ve kahraman davranış bu beladan kurtara bilmiş. Vicdana, ahlaka, toplumsal itibarı değerleri temeline dayalı bu kanunlar, koğuşa sokmak, işkence etmekten daha da etkili olmuş, çünkü yaptığını kişinin ve soyunun vicdanına bırakarak, cezayı fiziksel değil, ruhsal olarak çektirmeye yönelikti. Bu da, diğer Orta Asya halklarının tutumuna nazaran, Hun toplumunun gelişimindeki ilerlemesinin açık kanıtıdır.
Hun tarihinde, Çin tarihinin aksine, cinayet olayları az bilinmektedir. Ola bilir, vicdana ağır basan kanunlar onu sağlamıştı.
Söylenene kanıt olarak da bir tarihi olayı getirelim.
M.Ö. 2-ci asırda Hun Şanüyü (Han) İçisiye'den tahtı miras alan oğlu, Çin elçisinin kabulünde, onun Hunnu'ya baskı niteliğindeki teklifini dinledikten sonra, kızgınlığından kendinden geçmiş, fakat kanına, canına işlemiş "Hun Şerefi" törelerini geçemeyerek, elçiye dokunmadan, ama onun gözü önünde, düşmanı kendisiyle görüştürdüğü için, Saray'ın tören başkanını öldürmüştü. Elçinin dokunulmaz olduğu, onu öldürmek "rezalet" vereceği, kendinden geçmiş şanüyu durduracak kadar etkili olmuş. Bugüne kadar korunmuş "Keleçige ölüm cok" (Elçiye ölüm yok) ata sözü, Nart- Karaçaylılar'da atalarımızın anısı olarak söylenmekte ve ona bağlı davranış tarzı bozulmamaktadır.
Tarihe geçmiş bu olay Hun halkının manevi kanunlarının ne kadar kudretli olduğunun göstergesidir. Misafir ev sahibine saldırıda bulunsa bile, ona karşılık vermek utanç verici suç sayılmıştı. Genç bir toplulukta öyle bir ahlaki törelerinin o kadar kuvvetli ola bilmesinin mümkünatsızlığı, sosyoloji ilmi tarafından bilinir. Bu tür kanunlar ancak, binlerce yılı toplum halinde yaşamış eski halklarda gözlenmektedir.( Burada Türkler'i "barbar" adlandıran sözde tarihçilerin anılması yerli ve "yazıklar olsun" sözcüğü uyumludur.)
Hun halkının kanunları ve törelerini incelerken, halka saygı duyduran bir çok olaya rastlanmaktadır. Örneğin, savaş durumunda bulunduğu devletin tüccarları dokunulmaz olmuş. Onlar Hunnu topraklarında işini rahat yapmış, onları eksik alış verişe sürüklemek, zorlamak, ya da açı yaşatmak "rezalet" olarak nitelendirilmiş ve ceza içermişti. İkinci bir olay M.Ö 129 yılında gerçekleşmiş. Çin Sarayı "Sınır Pazarlarının Kapatılması" kararnamesini ilan ederek, pazar yerlerini kapatmak amacıyla 10 bin seçkin askerini sınırlarına göndermiş, onlar da, ekmeği derdindeki fakir fukara Çin'li halkını perişan duruma sokmuş. Bu olaydan haberdar olan Hun'lar, sınıra gelmiş, Çin askerlerini darmadağın ederek, pazarların çalışmasını sağlamıştı. Çin sarayı ise, olayı görmez olup, artık sınır ticaretini kaldırma girişimlerinde bulunmaktan çekingen kalmıştı.
Çin tarihçilerinin de yazdığı gibi, Hun kanunları net manalı ve olayı farklı yöne çeke bilecek altyapı içermemekte. İnsan öldürme, silahlı saldırı, asker ve vatan şerefine leke düşürme, yaşlı insana hakaret gibi suçların cezası ölüm olmuş. Hırsızlıkta yakalanan insan, malı ve ailesini soyunun eline teslim ederek, Hun devletinden ayrılmak zorunda kalmış, ufak suçlar için ise, yüzün belli bir yerinde çizikler yapılmış. Mahkeme çabuk sonuçlanmıştı.
Bileşik hukuki mekanizmaların altında zorluk çeken Çinli'ler, tabii ki hafif Hun kanunlarına gıptayla bakmış, fakat Hun hukuk sistemi Çin'e uymazdı, çünkü Kölelik Devri'ni yaşayan devlette, birey hiç sayılmaktaydı, o yüzden vicdana, "toplum-birey" denilen iki taraflı sorumluluğuna hitap etme gibi bir kanunların geçerli olması mümkün olamazdı. Toplumsal düzenle bağlıydı Hun kanunları. Soylar Toplumu denilen, eşitliğin temelinde kurulan bir devlet düzeni onları ortaya çıkmasını sağlamış. Hanedanlık Çin sisteminde onlar geçersizdi.
Aslında Hun soyunun ta o zamanlarda, şimdiki dünyanın demokrasi ve ahlak anlayışına taş çıkarta bilecek adaletin, eşitliğin sağlandığı bir devlet düzenini kura bildiği şaşırtıcıdır. Bilim adamları çoktandır bu konuya değinmiş ve Hunnu devletinde baskı uygulayıcı kurumlarının olmadığını ortaya çıkarmıştı. Baskı olmayınca da, vicdan, davranışların ayarı haline gelir, öyle de toplumun tümünde genel insani ahlakına dayalı bir davranış oluşturulur. Hun'lar bunu başarmıştı. O yüzden tarihi kaynaklarında Hun cinayetlerine nadir rastlanmakta, nedeni bu olsa gerek..
Ceza evleri ve işkence zindanlarıyla donatılmış Çin'de ise cinayetin kol gezdiği, cellatların da saygın devlet adamları konumunda olduğu, çok tarihi kaynaklarında mevcuttur. İşte, "Baskı tepki oluşturur" denilen ata sözünün özü!.. Baskı, geç erken karşısında kendini sarsacak karşılıklı baskıyı bulur. Sınırlayıcı, baskıcı bileşik devlet kurumları, bireyin anlayamadığı biçimde özelleştirilmiş hukuk dili, adaleti sağlayan kurumlarla aracı (avukat) sayesinde konuşa bilmek, hukukun satılık ve taraflı olması, adaletsizliğin ta kendisi olarak, bireyin isyanını meydana getiriyordu. "Genç Yaramazlar" olarak tarihte bilinen Çin cinayetçiler, aslında insana karşı kurulmuş devlet düzeni ve labirinti andıran adalet sistemine karşı tepkiyle ayağa kalkmış, sonra da anarşi serbestliğine kendini kaptırmış gruplardı. Onları da zindanlar durduramazdı. Çözüm devlet sisteminin bireyden yana olmasıydı. Çin o zamanki tarihinde bunu anlayamamış ve çözememişti, ama Hun'lar bunu çözecek kadar manevi yönünde ilerlemiş bir halktı. Sonuç da tarihe mal oldu: "Uçan atlılar", "Gökten gelen gururlular" dünya galibiyetine imza attı.
Birey çöktüğünde, toplum da mutlaka çöker, halk olarak da tarihte önemini sürdüremez. Bu Hunnu devleti düzeninin temeliydi, bulunan tarihi bilgiler bunu göstermekte.
(Ne yazık ki, şimdiki dünya da Çin yanlışlarına benzer yanlışlarına takılmaktadır).
BİREY - AİLE - SOY - SOYLAR BİRLİĞİ - SOYLAR BAŞKANLARI KURULU - YAŞLILAR KURULTAYI şeklinde yapılandırılan yönetim sistemi adaleti ve toplumsal huzurunu destekleyen bir yapıydi. Kanunları da, başta söylendiği gibi, baskıya değil, vicdana, ahlaka dayalıydi. Orta Asya'da Hun devletinin diğer halklar için çekici kılan da bu nedenlerden oluşuyordu.
ââåðõ^ ê ïîëíîé âåðñèè ïîíðàâèëîñü! â evernote
Êîììåíòàðèè (1):
29-10-2011-01:48 óäàëèòü
ãåðçåêòåí ãüçåë..òåáðèêëåð: õòòï://www.akinyapi.net


Êîììåíòàðèè (1): ââåðõ^

Âû ñåé÷àñ íå ìîæåòå ïðîêîììåíòèðîâàòü ýòî ñîîáùåíèå.

Äíåâíèê ÄÐÅÂÍÈÅ ÏÎÑËÎÂÈÖÛ È ÏÎÃÎÂÎÐÊÈ ÃÓÍÍÎÂ-ÊÀÐÀ×ÀÅÂÖÅ "ÍÀÐÒ Ñ¨ÇËÅ" | EVREN-1 - Sofi Tram-Semen | Ëåíòà äðóçåé EVREN-1 / Ïîëíàÿ âåðñèÿ Äîáàâèòü â äðóçüÿ Ñòðàíèöû: ðàíüøå»